Y O L D A K İ L E R

  “...o halde, şeytani güçlere ve düzenlere   ( uymayı) reddedenler  ve Allah’a inananlar, hiçbir    zaman   kopmayacak en sağlam  mesnede tutunmuşlardır....”

                                                                                             Bakara 256

  Korkunç, mahşeri bir kalabalık var. Ayak parmaklarım üzerinde yükselip bakmaya çalışıyorum. Görebildiğim sadece insanlar. Sağımda, solumda önümde ve arkamda....Her taraf insanlarla dolu. İnlemeler, uğultular kulağımı doldurmakta ve beynimi.

     Yürüyoruz  ama yürümek veya yürümemek irademize kalmış bir durum değil. Arkamızdaki sonu belli olmayan kalabalığın itişi ve önde yürüyenlerin oluşturduğu boşluğun bizi çekmesi sonucu yürüyoruz. Nereye?

 -“İleride bir uçurum varmış!” diyor yanımdaki.

***

     Ne yapmakta olduğumu anlamaya çalışıyorum. Bulamıyorum. Bu arada geçen süreden bihaberim. Belki bir an, belki de bir yıl. Ama hala yürüyoruz.

      İnsanların ne yaptığını anlamak istiyorum. Tekrar bakıyorum onlara. Bu sefer başka şeyler de görüyorum. İnsanların itişip kakıştığını, bir şeylere ulaşmak için çabaladıklarını... Uzaklarda eller üzerinde taşınan bir şey görüyorum ve ona uzanan sayısız elleri. Sonra ellerde taşınan bir çok şey görüyorum, bu tanımadığım bir şey, o yüzden isimlendiremiyorum. Bu olayı daha yakında, en son olarak biraz ötemde görüyorum. İnsanlar ona ellerini uzatıyor, onun bir yerinden tutabilmek için çırpınıyorlar.

***

 -“İleride bir uçurum varmış!”

 -“Uçurum mu?”

 -“Evet, önüne gelen herkes aşağı düşüyormuş ve biz de....”

 -“Birileri uydurmuştur canım.”

 -“....”

 -“Haydi davran da, şunun bir ucundan da sen tut.”

     Ön tarafa doğru yükleniyor yanımdaki adam. O da diğerleri gibi uzatıyor ellerini ve çırpınmaya başlıyor. Omzundan tutup, şiddetle silkeliyorum.

 -“Nedir bütün bunlar, ne anlama geliyor ha?”

diye merakla karışık bir tedirginlik içinde haykırıyorum. Aklım karmakarışık .

 -“Haydi uzatma da, sen de uzanıver şuna.”

 -“Önce anlat bakalım.”

 -“Peki tamam” diyor ve başlıyor anlatmaya . Uçurumu anlatıyor tekrar. Ne zaman uçurumun önüne geleceğimizin bilinmediğini, uçuruma ulaşmadan bir şeylere tutunmamız gerektiğini anlatıyor.

 -“Tutunursak düşmez miyiz?”diye soruyorum. Bir ümit ışığı.

  

-“Bu tutunduğun şeye bağlı. Bunlardan bazısı vardır ki insanlar daha çok onlara meylederler, onu elde etmek kolaydır. Ona ulaşınca kurtulduklarını zannederler, ancak uçurumu geldiklerinde ellerinde getirdikleri de onlarla beraber düşecektir. Bu ise çok acı ve çoğunluğu bekleyen sondur.

 -“Ben kurtuluşa ulaşmak istiyorum.” diyorum.

 -“İşte önünde!”

 -“Bu doğru olanı mı?” diyorum.

 -“...”

      Soruma cevap alamamam üzerine hemen yana dönüyorum. Onu göremiyorum. İçimi müthiş bir telaş kaplıyor. Kendimi kaybolmuş hissediyorum. Bir o yana, bir bu yana bakıyorum. Yok, hiçbir yerde yok.

***

      Yine süresini bilemediğim düşüncelere dalıyorum. Çevremi izliyor ve düşünüyorum. ‘Gerçek Kurtuluş’un bana yakın olan olduğunu hissediyorum ama bunun sebebini anlayamıyorum. İnsanların genellikle kendine en yakın olana yöneldiğini gözlemliyorum. Bir gücün isteği sonucu insanların neye yakın, neye uzak olacağının belirlendiğini, onun ne isterse yapabileceğini; onun  her şeyin, insanların ve uçurumun ve kurtuluşumuzun sahibi olduğunu düşünüyorum.

***

     Didişen kalabalık bir dalgalanma sonucu bana iyice yaklaşıyor ve onu hemen yanımda buluyorum. Çok fazla çaba sarf etmeden ona ulaşıyorum ve onu sıkıca yakalıyorum. Birden bir güç hissediyorum kendimde. Artık içimde bir sükunet var ve ben uçurumdan  korkmuyorum.

***

      Bu nesneyi taşırken önce onu düşmekten kurtardığım zannına kapılıp kendimi kahraman ilan ediyorum. Sonra yaşadıklarım bunu yalanlıyor. Bu süreçte onun ne olursa olsun ilerlediğini görüyorum. Ben yokken de onun yine ilerlemekte olduğu geliyor aklıma. Onun bana ihtiyacı olmadığını ve tersine kurtuluşum için kendimin ona muhtaç olduğunu düşünüyorum. Daha sıkı tutuyorum sonra onu.

    Taşınması ağır bir yük olduğunu fark ediyorum. İçim huzur dolu da olsa, onu taşımakta zorlanıyorum. Bu noktada diğerlerine olan meylin fazlalığını çözüyorum sanki.

    Sonra ‘ya herkes bırakırsa’  diye bir fikir kurcalıyor kafamı. Bir tek ben kalırsam ne yaparım.  Yaparım!” diye bağırıyorum. Bana bakıyorlar. Tek kişi kalsam bile o mutlaka ilerler  diyorum ve onu bana yakınlaştıran gücü hatırlıyorum. Artık hep onu düşünüyor ve onun, beni aslında kendisine

yakınlaştırdığını kavrıyorum. Daha sıkıyorum elimi şimdi.

      Sonra diğerlerini düşünüyorum. Güle oynaya taşınan, taşıyanların yapay hazlar aldığı şeylere yönelenlerin sonunu görür gibi oluyorum. Onlar gibi olmaktan korkuyorum. ‘Acaba’ diyorum. Ama bu tedirginliği atmam çok zor olmuyor ve pes etmeye karar veriyorum. Sonra o geliyor aklıma  ve her şeyin sahibine yalvarıyorum:

            Ya rabbi; beni bırakma !

            Ya ilahi; beni bana bırakma !

            Ya hak; ben beni bıraksam da  sen beni bırakma !

       Düşünmeye devam ediyorum ve aklıma ne durumda olduğunun farkında olmayan kişilerin varolabileceği geliyor. Bir şeylere, doğru olana tutunması  gerektiğinin ve hatta uçurumun  farkında olmayanları düşünüyorum. Çevresinde olup bitenlere saf saf bakanları...

       Haykırmak istiyorum sonra. Onları, herkesi çağırma isteği kaplıyor içimi. Bu gücü tutunduğum  ve hiçbir zaman kopmayacak olan şeyden aldığımı hissediyorum.

     Beni,  ona yönelmem için uyaran ve sonra kaybolan mübarek geliyor aklıma ve hiç düşünmeden  yanımdakine dönüp:

     -“İleride bir uçurum varmış!” diyorum ben de.

                                                                                               Abdülkerim İslam 

 

                                                                                                    

 

 

 

BU SAYIDA / ARŞİV