B   E   A   U  T   Y

 

Pazar

     Rahip, her zamanki olağanlığıyla kilisenin çanını çaldı. Çan sesini duyan  Motero kasabası halkı, yavaş yavaş  kiliseye doğru yönelmeye başladı. Uzun zamandır buraya uğramayan Sezn de bu çağrıya kulak verdi. Dini tören ve  duaların ardından sıra kutsamaya gelmişti. İnsanlar, sıraya girip rahibin  kendilerini kutsaması için sabırsızlıkla bekliyordu.

    Sıra, ağzı bira kokan dostuna geldiğinde:

Seni burada görmek ne güzel, dostum.” diye fısıldadı rahip. Uzun, örgülü sarı saçlı adam, rahibin cebine bir zarf bırakırken:

Tanrı  güzeldir ve güzeli sever.” diye karşılık verdi. Ardından kahkahalarla kiliseden çıkarak, her zaman uğradığı mekana  -kasabanın en kalabalık barına- doğru yol aldı.

     İlya elindeki çıplak kadın fotoğrafı bulunan kartpostalı masanın üzerine doğru fırlattı. Uzaktan bir bakış daha attı. Beyninde şimşekler çakıyordu şimdi. içindeki çelişkiler kemirmeye başladı onu:

Ne demek bu şimdi? Ne yapmak istiyorsun? Ne aptalca bir hareketti bu! Hayattan kendini soyutlamış bir rahibe nasıl yaparsın bunu? Bu mu güzellik? Evet Tanrı güzeldir ve güzeli sever ama senin bu yaptığına ukalalık derler. Tanrım! Onu bağışla. O iyi kalplidir bundan eminim. N’ olur tanrım affet!”

     ***

aradan yıllar geçmişti

     İlya,  ormanın derinliklerinde tek başına kaldığı  bir kulübede yaşıyordu. Eski dostunu ölümü üzerine rahipliği bırakmış; biriktirmiş olduğu parayla toprakla bütünleşmek  ve yalnız kalmak için uzak ülkelerin ıssız ormanlarına gitmişti. Vaktini tanrısına dua ve ibadetle geçiriyordu. Sık sık ormanda gezmeye çıkar, her çıkışında yeni bir güzellik keşfederdi. Buradaki hayvanlarla da anlaşmaya başlamıştı.

     Ekmek ormandan, su gölden yaşayıp giderken bir gün, günlük duasını yaptıktan sonra  canı müthiş sıkıldı. Buraya geldi geleli böylesi durumla karşılaşmamıştı. Hemen kulübesinden çıkıp, ormana attı kendini. Gece oluncaya kadar dolaştı durdu. Bir türlü  geçmek bilmeyen sıkıntı, onu sabaha kadar uyutmadı. Şafak sökmek üzereyken evin bütün eşyalarını  şöyle bir süzdü. Yatağın altındakileri gün yüzüne çıkararak etrafa dağıttı. Eline geçen her şeyi yırtıyor parçalıyordu.

     Nihayet en köşede bulunan kutu gözüne çarptı. “o da nesi?” üzerindeayrılmaz dostlar Senz (17) ve ilya (16) yazılıydı. Dostunu hatırladı, geçmiş günlerini. Bu kutuyu buraya nasıl hapsettiğini düşündü. Küfretti kendine. Bir çırpıda açıverdi onu. 

 

İki dostun birlikte çekilmiş birbirinden güzel fotoğrafları, koleksiyonları ve Senz’in ona hediye ettiği bütün şeyler bu kutudaydı.

     “Şimdi bunları hepsini bu kulübenin her bir tarafına asmalı, fotoğrafları ise yatağımın başına yapıştırmalı.”  diye geçirdi içinden. Bütün fotoğrafları tek tek süzdü. Hepsinde tekrar yaşadı o anı. Koleksiyonundaki pullara yeniden dokunmak ilk günkü kadar heyecan vericiydi. En muhteşem şeyi de çıkardı kutudan. Bir taş. Küçücük ve üzerinde ilya’ya yazılı. Tam iki haftasını almış Senz’in bunu oymak. Son olarak bir zarf buldu. Ondan aldığı son hediye. O anı hatırladı. “Tanrı güzeldir ve güzeli sever.” deyişini duydu bir anda. Zarfı açmaya karar vermekte bir hayli zorlandı. Kartpostal eskimişti. O kadın da hala oradaydı. Hemen arkasını çevirdi. Bir yazı vardı. Neden bunu daha önce görmediğini düşünerek okumaya başladı:

     “Hepimiz tanrıyı arıyoruz aziz dostum. Her insan bilerek veya bilmeyerek onu arar. Siz manastırda, biz ise bira şişelerinde... Ama şu da sugötürmez bir gerçek: O’nun kime yakın olduğu  bilinmez. Ve Tanrıyı bilmek için O’nun güzelliğini, muhteşemliliğini keşfetmek gerek. Keşfetmek için ise bakmak.

                                            O, ne güzel değil mi?                                     

                                                                                                                                 

                                                     Dostun Senz    .”

 

    Büyük bir istekle kartpostalın arkasını çevirdi. Fotoğraftaki kadınla göz göze geldiler. Bakışlarını kaçırmaya çalışıyordu gözlerinden ve fısıldanmaya başladı:

Aman Tanrım bu da ne? Bu gözler ne kadar etkileyici bakıyor öyle! Bu ne pürüzsüz yüz! Saçlar, saçlar uzun ve aslan yelesi gibi. Bu ne utangaç duruş öyle! Aman Tanrım ne kusursuz bir vücut! Tanrım ne güzel yaratmışsın! Bu ne benzersiz güzellik öyle!”

      Bu derin düşüncelerinden kurtulduğu an, kartpostalı yakamaya başladı. Yavaş yavaş yanan bir kadın ve yazı. Önce bacakları ve dostunun imzası yanmaya başladı. Ardından  bütün kartpostal yanmadan yere düştü. Halının üzerinde bulunan fotoğraflar tutuşmaya başladı. Derken halı ve bütün ev.

     Yerinden kımıldamayan İlya,  fotoğraftaki kadını hayal ediyordu. O eşsiz güzellikle yaratılan kadını. Alevler, elbisesini yakmaya başladığında, eşsiz güzellikle yaratılan bir kadının eşsiz güzelliğini yaratan eşsiz güzeli düşünüyordu ve hayatı boyunca aradığını bulmuş gibi yanarak can verirken:

evet dostum, gerçekten

 çok güzelmiş”

  

                                                                            Hakan Tenekeci

                       

 

 

 

BU SAYIDA / ARŞİV